9 Ara 2010

Misafirin Açılış Yazısı

Yazmaya nasıl başladığımız değil de, hayata nasıl başladığımız önemlidir sanırım.

Bu yüzden ilk yazımda hayata nasıl başladığımı yazayım;

Sonbaharın kendini yavaş yavaş hissettirdiği serin bir Eylül gecesi, ailenin ikinci çocuğu olarak Ankara'da dünyaya geldi...

Böyle başlamaz hikayem. Hasat zamanıydı. Annem bana 9 aylık hamileyken dahi oruç tutmaktaydı. İslamiyeti yorumlama özgürlüğü olmayan bir kadındı ve haliyle bir büyüğü onu uyarmadığı için oruç tutup karnındaki veledi besinsiz bırakmak zorundaydı. Eğitimci babam ise bu duruma neden müdahale etmedi, bilmiyorum.

Kadir Gecesi viyakladım. Çok baskı yaptılar adımın Abdulkadir olması için. Hiç yoksa Kadir olsun diyenleri bile dinlemedi babam. Kafiyeli gitti, ağabeyimin ismi ile. Benden sonraki ile de bu gelenek sürdü.

Ha, doğduğumda bütün aile heyecanla kız çocuk bekledikleri için biraz bozuldular. Hatta babam bunu burnumun dayımınki gibi büyük olduğunu vurguladığı bir cümlesine taşıdı; "Aman, aynı koca burunlu Servet" dedi. Burnum büyük değil, ona öyle gelmiş.

Hasat zamanı doğmanın bazı avantajları olmuş olabilir, bilemiyorum. Bizim oralarda "düğünün güzün olsun" derler. Zira güz mevsimi hasat olur, para olur. İyi ama doğumun ne faydası olur bilmiyorum, bilemedim.

Üç yıl sonraki doğum günümde ihtilal oldu. Çok can yandı. Bu yüzden birçok kişi bu ihtilal lafını sevmez, darbe der. Şu ara moda zaten darbe lafı.

Aman, darbe oldu da benim müthiş doğum günü partim mi mahvoldu?

Olmuş ile ölmüşe çare olmadığı için, bana da yaşamak düştü.


*Nisan ayında yazmışım gönderiliş hikayemi. Hayırlı olsun blogun :)

2 yorum:

  1. Kendi evinde kendin için misafir mi diyorsun erlik.sen olmasan bu blogda olmazdı.tekrar teşekkür ederim.

    YanıtlaSil

Nereye kadar susacaksın ! Dökül !